Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma

Sadece Türkiye’de değil dünyada da dördüncü nesile ulaşabilmiş Aile Şirketlerinin sayısı parmakla gösterilebilecek kadar az. Gerek dünyada gerek ise Türkiye’de Aile Şirketlerinin 3.kuşağa ulaşma oranı yüzde10 civarında, ömürleri ise sadece 25 ile 30 yılla sınırlı.

Holdingleşmiş Aile Şirketlerinde birinci kuşağın en büyük sermayesi çalışma azmi ve hayalleri olmuştur.Tüm bu başarılı insanlar, başarının, engellerin öbür tarafında filiz verdiğini bilirler.Yeter ki duvarı geçecek yeterli cesarete ve inanca sahip olunabilsin. İş dünyasını mercek altına aldığımızda birinci kuşağın çalışmaktan ve para kazanmaktan motive olduğunu görüyoruz.  Emeklerinin karşılığını başarı olarak aldıklarından  bu döngü artık onların yaşam biçimi oluyor. Ancak esas anlamlı olan bu başarıyı, ‘’sürdürülebilir’’  kılmakta yatıyor.

Peki ikinci kuşağa geldiğimizde ne ile karşılaşıyoruz? İkinci kuşağı genelde batıda eğitim almış, spor, aile gibi kavramların daha ön plana çıktığı bir nesil olarak görüyoruz. İkinci kuşak zorluklarla uğraşmıyor bu da onların engeller karşısında manevra kabiliyetlerinin  zayıf olmasına neden oluyor. Bu yüzden de işkolik olması gerekmiyor. Kanıtlaması gereken tek şey babasından aldığı büyük mirası babasının gölgesinde kalmadan genişletmek. İşte burada ya risk alıp farklı sektörlere girip işi daha da ileri taşıyor ya da şirketi, dönemin yenilikleri karşısında ezdirip geleneksel bir yapıda bırakıyor.

Üçüncü kuşak, teknolojik gelişmeleri yakından takip eden, sosyal faaliyetlerde boy gösteren, her şeye sahip gibi gözüken ancak iş hayatının zorlu sürecini hiç tatmayan yani engeller karşısında bağışıklık sistemi olmayan bir kuşak olarak karşımıza çıkıyor. Rahatlık bir vücudun sahip olabileceği en tahrip edici duygudur. Üçüncü kuşaktaki rahatlık, işte büyüme, çalışma ve katma değer sağlamayı durduruyor.Maalesef yönetim becerisi de genetik olarak kuşaktan kuşağa geçmediğinden şirket kaybolmaya mahkum oluyor.

Türkiye’de her ne kadar babalar kurar, oğullar yer, torunlar batırır gibi ifadeler klişe söylem gibi gözükse de istatistikler bu söylemi doğrular nitelikte. Ülkemizde toplam Gayri Safi Milli Hasıla’nın yüzde75’ini aile şirketleri yapıyor. Büyük bir kısmı KOBİ niteliğinde bir kısmı da büyük işletme. Ama çoğunluk KOBİ’lerde. Şimdi bunların mevcut yapılarına baktığımız zaman, üçüncü kuşağa geçen aile işletmeleri çok az. 3. kuşakta ortalama yüzde10’u bu işletmelerin. Yani 1. ve 2. kuşaktan sonra gelen aile şirketlerinin çoğu kalıcı olamıyor.

Yönetimin gelecek nesillere nasıl devredileceği, aile dışından profesyonel bir kişinin önderliğinde çözülmelidir. Aile bu konuda mutlaka profesyonel destek almalı. İşi devreden aile büyüğü ile işi devralan aile ferdi arasındaki kuşak çatışması işe yansıtılmamalı. Değerler ikinci nesile iyi aktarılmalı. Değerlerin en doğru şekilde aktarılması başarıyı kaçınılmaz kılıyor.

Kurumsallaşma sağlanarak aile şirketlerinin çok hızlı ilerlemesi, büyümesi mümkündür. Yönetimde kaç aile üyesinin olduğuna bakılmadan tepe pozisyonlarına aile dışı profesyoneller getirilmeli. Ancak aile bireyleri  dışından gelen yöneticilerin fikirlerini söylediği lakin son sözün yine de patronda olduğu bir yapı bir noktada gelişimi ve yaratıcılığı köreltir. Bu dikkatlerden kaçmamalı. Profesyonel yöneticini ailenin bir sonraki jenerasyonunun eğitiminde de yeri önemlidir. Aile şirketlerinin başarılarını sürdürebilmeleri için profesyonelleşmeleri  şart. Aile şirketlerinde sürdürülebilirlik; değerlerin kuşaklara en iyi şeklide aktarılması ve kurumsallaşmanın zamanında gerçekleştirilmesi ile sağlanabilir.

AİLE ŞİRKETLERİNDE KURUMSALLAŞMA isteyen çeşitli sektörlerdeki üretim ve hizmet kuruluşlarına terzi hassasiyetiyle, firmaya özgü çözümlerle Danışmanlık ve Eğitim hizmetleri verilmektedir.

 

Yorumlar kapatıldı.